Ramazan Sohbetleri’nin tashîhi yapılıyordu. Meclisten biri:
—Ne yazık… Bir hikmet ve irfan şelâlesi olan bütün bu sözleri alelâde konuşmalarmış gibi dinliyoruz, dedi.
–“Evet, ben de şimdi onu düşünüyordum, benden sana aksetti.
Dergâh-ı Şerîf’te Mesnevî takrîr ederken de böyle değil mi idi? Kimi esner, kimi uyur, kimi de lûtfen dinlerdi. Dinliyoruz zannedenlerin de bâzısı bir şey anlamazdı.”
—İmam Câfer Hazretleri’nin: Allah, kelâmından tecellî etmiştir fakat görmüyorlar, buyurduğu gibi…
–“Evet, bu istiğnâya rağmen hocanız, öğretmek için ne kadar haristir. Kâh vaaz, kâh hikâye, kâh lâtîfe tarzında ve her fırsattan faydalanarak, doğru bildiğini anlatmaya çalışır işte.’
***
Gece olmuştu. Tekrar aynı sohbet defterini okuyorduk:
–“Her zaman dediğim gibi, şunları içinizden hiç kimse anlamasa okutmam. Fakat tek kişi de anlasa, o bir kişi için okuturum. Ammâ hiç kimse anlamasa, o zaman kendim için okur, zevk duyarım. Bu takdirde yine bir kişi olmuş olur. Sümbül Efendi Hazretleri’nin vaazında cemâate: Bunu ne siz anladınız ne de o anladı, yalnız ben anladım! Buyurduğu gibi hoca, bir kişi için de söyler. Hattâ sırasında, söylediğini sâdece kendi de anlasa kâfî gelir.”