Ehl-i Beyt’i sevmekten bahsediliyordu:
-“Ehl-i Beyt’e muhabbet, onların yoluna gitmekle olur. Yoksa, imânım Alî, medet yâ Hüseyin demekle değil… onların irsine, yoluna gitmek de onlara muhabbetle olur. O muhabbet de mânevî yakınlık ile olur, mûcize ile kerâmetle olmaz.
Onların mübârek yüzleri her mûcizenin her kerâmetin üstündedir. Onlara Beytullah bile secde eder. (Tabiî Beytullah’ın bâtını secde eder, taşı toprağı değil. Çünkü madde âleminde, Hakk’ın âdeti olmayan, tabiat üstü fevkalâdelikler yapılmaz. Bu ancak mânevî âlemde mümkündür.)
Ehl-i Beyt sevgisi mevzûunda simitçinin hikâyesini bilirsiniz. Bir muharrem içinde Edirnekapısı’ndaki bir dergâhta Kerbelâ şehitleri için mersiye okunuyormuş.
Adamın biri dergâhtan çıkıp da kapı önünde sıradan bir simitçinin durduğunu görünce:
İçeri gelsene arkadaş! Burada her sene Hazret-i Hüseyin için mersiye okunur, beyhûde yere orada durma, biz dinliyoruz, gel sen de dinle! Demiş. Bu dâvet karşısında simitçi: Yâ!..Hazret-i Hüseyin için mersiye okunuyor da siz duruyor, dinliyorsunuz öyle mi? Demiş ve Aman yâ Hüseyin! Diye bir sayha vurup düşüp ölmüş.
İşte Ehl-i Beyt muhabbeti… sana, Hazret-i Hüseyin için değil ölüm teklif etmek, bir sigaranı bırak, hattâ içtiğini yarıya indir! Desem yine yapamazsın. Bir dumana esâretten kurtulamıyorsun, ötesini var kıyâs et!”
Ken’an Rifâî Haz.-(Sohbetler, Sayfa:36-37)