Ahırda doğmuş, çarmıhda can vermiş… Sonra anlaşılmış ki, “semâvattaki pederimiz” günahlarımızı bağışlatmak için (kime bağışlatacak belli değil) Mesîh sûretinde tevellî etmiş. Asırlar geçmiş. Nasarâ tâifesi, çarmıhda can veren şefkat tanrısı adına cinâyetler işlemiş. Haçlı orduları, zincirden boşanan köpekler gibi saldırmış ülkemize. Saint-Barthelemy Îsâ şerefine tertiplenmiş; engizisyon Îsâ adına konuşmuş.
Kürenin, adı duyulmamış bir bölgesinde minnâcık bir kıta… Önce haydutlarla keşişler hüküm sürmüş bu ülkede, sonra eski toprak köleleri. Dünyânın dörtte üçü kana boyanmış, talan edilmiş. Ve o kan denizinden mağrur ve muhteşem bir melîke belirmiş: “çağdaş uygarlık”. Mukaddesler kurban edilmiş dildâdeye, makhur ve mağlûb kavimler perestişle diz çökmüş önünde. Ve rub’-u meskûn, Avrupa’nın abeslerini tanrılaştırmış.
Biz ki İslâm’ın kılıcı idik, “hezâr bütgedeyi mescîd” eylemiş, “nâkus yerlerinde ezanlar” okutmuştuk; biz ki salîbe karşı hilâl, küfre karşı hak, zulme karşı adâlettik… Şîrler pençe-i kahrımızda lerzân olurken, felek bizi de bu gözleri âhûya zebûn etmez mi? Ne zilletlere katlanmadık bu dildâde uğruna, ne fedâkârlıkları göze almadık! Peki amma, “çağdaş uygarlık düzeyi”nde Îsâ efendimizin yeri ne?
Târihçilerin iddiâsına göre, nerede doğduğu, ne zaman doğduğu, hattâ doğup doğmadığı meçhul olan bu insana, Avrupa’nın hâlâ taabbüd etmesi anlaşılmaz bir zaaf: belki bir kadirşinaslık, belki bir narsisizm. Hadi bu idrâk sakametini anlayışlı bir tebessümle karşıladık; kendi hamâkatimizi gelecek nesillere nasıl bağışlatacağız?
İnsanlığın târihi neden Îsâ ile başlasın? Târihin mihver çağı Îsâ’dan önce beşinci yüzyıl. Bugünün insanı o zamandan beri yaşıyor(Jaspers).
“Her şahıs tasavvurlarını kendi lisânı üzre kurup da sonra başka lisâna tercüme ettiği gibi, her millet vak’aları kendi târihine göre tertîb edip, öteki târihleri ona kıyasla bulur… Yâni her millet kendi târihini muhâfazaya mecburdur” diyor Cevdet Paşa. Binâenaleyh, bizde de hicretin târih başlangıcı olması “emr-i tabiîdir”. Târih gerçekte iki kısma bölünebilir: “Asr-ı Âdemden, asr-ı İslâm’a kadar” olan zaman eski çağdır; ondan sonra yeniçağ İslâm’la başlar. “Yeni târihi de iki kısma ayırabiliriz: ikinci kısmın mebde’i, matbaanın keşfidir.”
Matbaanın keşfi, beşeriyetin târihinde yeni bir devir açmış mıdır? Sanmıyoruz. Bizce yakın târihi kanlı bir çizgiyle ikiye bölen, giyotinin bıçağı. Filhakîka 1789, sanâyî inkılâbını, siyâsî bir zaferle taçlandıran yepyeni bir devrin habercisidir.
Biz oyunu o zamandan kaybettik. Zavallı Cevdet Paşa! Hicrî takvim, hazîn bir hâtıra-yı târihiyedir artık.
Cemil MERİÇ
BU ÜLKE