Ben çocuktum. Pazarola Hasan Bey ise güler yüzlü bir gençti. Ammâ öyle bir genç ki, kısacık boyu ve incecik boynu vardı. Çok büyük başı da bu çok ince boynun üstünde, kopması beklenen ve iki yana yalpalayan heybetli bir cisimdi sanki.
Pazarola Hasan Bey’in fesi üstünde, âbâni (Üzeri turuncu iplikle işlenmiş, daha çok sarık, bohça, kundak ve yorgan yüzü yapılan sarımtırak kumaştan yapılmış) sarığı vardı. Sarığının üstünde de ismi yazılı idi.

Mevsimine göre, sarığının kıvrımları arasına sümbül, gül, karanfil, fesleğen iliştirirdi. Hangi dükkânın önünden geçse, yüzündeki mütebessim maske ile: “Pazarola Bakkalbaşı, pazarola aşçıbaşı, pazarola manavbaşı” der ve esnafın rıcâ ve dâvetine rağmen çağrıldığı dükkânlardan içeri girmez, yürür giderdi.
Yalnız, pazarola demediği dükkânlar eczâhânelerdi. Şehirde hastalıkların çoğalmasına sebep olmaktan korktuğu için, eczâcılara bereket dilemediğini söylerlerdi.
Onun, mâsum ve güler yüzünü uzatarak, “Pazarola” temennîsi, esnafın dört gözle beklediği uğur ve bolluk işâreti idi.
Bir öğle saatinde babamın bindiği arabanın sürücüsü: “Bey” demiş, “Seni götürdükten sonra hayvanları ahıra çekeceğim. Sabah erkenden Hasan Bey arabama bindi. O andan öğleye kadar bir dakîka müşteri eksilmedi. Eh hem hayvanlarım yoruldu, hem de ben günlük kazancımı fazla fazla doğrulttum.”
Hasan Bey’in kimsede bulunmayan o büyük başına uyacak fesin nasıl bulunduğunu merak edenler olurdu.
Şehirde, fesçi dükkânları olduğu gibi, fes kalıpçıları da vardı. Hırpalayarak kullanmaktan, oraya buraya atmaktan, uzun zaman giymekten, yağmurda karda ıslanmış olmaktan kalıbı bozulan fesler, büyüklüğüne göre kalıba çekilerek buharla ütülenip düzeltilirdi.
Hasan Bey’in başına göre kalıp olamayacağı için, fesi, bu işin ustaları tarafından çekip çekiştirilerek esnetilmek sûretiyle o mâsum başı fessiz ve çıplak bırakmıyorlardı herhalde.
-Sâmiha AYVERDİ-