Putperest
Kalem konuştu:
Bana: “yaz!” dedin. Sanırım, bunu söylerken, benim neyi nasıl yazacağımı da biliyordun.
– Öyleyse, yazmak benden, “yazıya ruh vermek de senden..” dedim.
Hem hat olarak güzel olmalı kelimeler, hem de ifâdeye çalışılan mânâlar güzel olmalı!
Yoksa, hem çirkin görünüşlü olan ve hem de yüce mânâlar taşımayan yazıyı, herkes kaleme alabilir.
Yâhut, yazı şeklen güzeldir ama ortada mânâ bulunmaz.
Bâzı insanların bâzı bâzı, bâzılarının da her an; öyle duyguları vardır ki, onları yazıya dökmek, “şehîdi” alkışlamaya benzer.
Hâlbuki “aşk şehîdi” aslâ avuç içiyle alkışlanamaz.
Şehîtleri, yarın kim diriltecekse; yazıya da O ruh verebilir.
Satırlarda, “gizli mânâ” olmasa da; “mânâ” bulunur. Ve insan, satırlardaki mânâya kafa gözüyle ulaşır. Asıl mânâ ise “sadır” lardadır.
Sadırlardaki gizli mânâyı, bir başka ve gerçek göz, görebilir.
İnsan, kabre girdiği zaman bütün vücûdu gibi kafa gözleri de çürüyüp, toprak oluyorsa; kafadaki gözler, sâdece geçici şeyleri görebilir.
Çünkü kendisi geçicidir.
Kalb, bizim göğüslerimizde, yâni sadırlarımızdadır; oradaki mânâları da ancak “Kalb Gözü” görebilir. Fânî olmayan bu göz de, tabiatı icâbı, -ötekinin tersine- hep “bâkî” olan mânâları görür.
Sen de şu putperestliği bir bıraksan.. Ve benim satırlarıma merak sardığın kadar sadrımdakilere bakmayı bir öğrensen, neler olmazdı.
Sûretim, sana put olmuş.
Sîretime bakmayı becermen için yalvar da, senin gönlüne bir göz açsınlar! Yoksa, Mekke müşriklerinden bir farkın kalmayacak. Putperest olarak haşrolunacaksın.
Esâsen sen, putperest de sayılmazsın. Çünkü aşkın şaşmaz kanûnudur; seven, sevdiğine benzer.
Hâlbuki, taptığın puta da benzemiyorsun.
Öyleyse, bunca merâsim, bunca dert ve iddiâ, neyin nesi?
Vehim, vesvese ve hayâllerine bir “satır” indirebilseydin; hiç bu hâlde kalır mıydın?
Söyle ey nefsim, hiç kalır mıydın?