Ağlayan adam, yalvarır gibiydi; ağladığı yer, bir kuyunun dibiydi:
“—Günlerden bir gün, tutup, derûnumda bir yara açtın.
O gün – bugündür ne yara bitti, ne merhem tükendi… Ne yara iyileşti, ne merhem yetti.
Sevdiklerinin başı için; ne yara bitsin, ne merhemin tükensin. Çünkü, yara da sensin, merhem de!
Gönlümdeki bu tatlı yaradan öyle ahlar yükseliyor ki; bunları senden başkası duymuyorsa, bunun sebebi, ahların da senden ibâret oluşudur.
Derûnumdaki ahları dile getirmeye kelâm yetmiyor. Kelâm, merâmımı ifâde etmekten âciz!
Ve dil de, söz de sen olmalısın ki; merâmım ifâde bulsun, başka bir ifâdeye ihtiyâcım kalmasın.
O hâlde, işte aradan çekiliyorum; sen, seninle konuşa dur! Sen, seni anlatmada elbet mâhirsin. Bana düşen, bu harfsiz ve sözsüz hasbıhâle kulak kabartmaktır.
Sen söyle Efendim!
Ve beni,kulak misâfirin olacak kadar mahremin say..Lûtfet!”