Allah’ın erlerinden Şa’bî dedi ki:
Adamın biri yolda bir serçe yakaladı.
Serçe, adama: “Benden ne istiyorsun; bu bacaktan, bu baştan, bu boyundan ne umuyorsun?
Beni azâd edersen sana faydalı üç önemli sırrı söylerim. Birini elindeyken söylerim; ama ikinci öğütü, uçup ağaca konar, emîn olur, orada söylerim. Üçüncüsünü de dağın tepesine uçup konunca anlatırım” dedi.
Adam serçeye: “ilk sırrı söyle bakalım” dedi.
Serçe, dile gelip anlatmaya başladı:
“Adamsan, elinden çıkan bir şeye hiçbir zaman üzülme!”
Serçeyi tutan adam sözünde durup, kuşu azâd etti; o da uçup, hemen bir ağacın dalına kondu ve orada ikinci sırrı söyledi:
“Hayatta olmayacak, gerçekleşmesi zor bir şey duyarsan, onu açıkça görmedikçe inanma!”
Sonra da dağın tepesine uçup kondu, orada da:
“Ey tâlihsizlikten dertlere uğramış adam; benim karnımda iki adet değerli inci vardı; her birinin ağırlığı tam yirmi dirhem idi. Beni öldürseydin, inciler senin olacaktı. Hâlbuki beni azâd ettin, çok büyük hatâ yaptın” dedi.
Adamın gönlü, derdinden kan kesildi. O kadar üzüldü ve şaşırdı ki parmağını ısırmaya başladı. Serçeye:
“Uçsuz bucaksız hasret denizine daldım gitti; bâri üçüncü sırrı da söyle” dedi.
Serçe dedi ki:
“Galiba senin zerre kadar aklın yok ki daha önce söylediğim iki öğütü unuttun gitti. O iki sözün birini bile doğru düzgün dinlemedikten sonra, üçüncüyü ne diye istersin?
Sana, elinden kaçana hayıflanma; ey ahlâkı temiz saf adam, olmayacak şeye inanma demiştim.
Hâlbuki sen, elinden çıkardığın şeye bir hayli hayıflandın.
Sonra, sana, olmayacak bir şey söyledim; ona da inanıverdin. Benim etim iki miskal gelmez. Geceleri bile aydınlatan kırk miskal ağırlığındaki iki inci, nasıl olur da benim kursağıma sığar? Şu anda sana deli diyesim geliyor.”
Serçe, bu sözleri söyleyip dağ başından uçu.
Adam da hasret ve dert içinde kalakaldı.
Olmayacak şeyi düşünen, gece gündüz şaşkınlığa uğrar. Dilediğin yere ayak atmaman gerek. Buyruğa uy da yürü, buyruğu gör, gözet.
Allah’ın buyruğuna uymayıp, canının her istediğine yürüyen, mum gibi başından olur; sonunda söner gider.