Mesnevî-i Şerîf okunurken nokta eksikliğinden dolayı bir kelime yanlış telâffuz edildi.
Sabîha Hanımefendi:
-Bir nokta, mânâyı ne kadar değiştiriyor, dedi.
-“Nokta deyip de geçmemeli. İlim de bir noktadır, onu câhiller çoğaltmışlardır, buyuruyor Hazret-i Ali. Bu gördüğümüz âlem, bu varlıklar, hep bir noktanın zuhûrundan ibârettir.
Ancak, o noktayı halka anlatabilmek için de behemehâl teksîr etmek, çoğaltmak îcap eder.
Herkes o noktadan anlar mı?
Meselâ benim zihnimde bir hikâye var. Onu gazetede neşretmek istiyorum. Fakat hikâyeyi yazacağım yerde, kâğıda bir nokta koyup gönderiyorum.
Gerçi bu nokta ile hikâyemi kendime göre ifâde etmiş oldum. Fakat herkes tarafından anlaşılması için mutlaka o noktanın tafsil edilmesi yâni hikâyenin yazılması lâzımdır.”
Meclisten biri bir şey söylemek istediğini hissettirdi:
-“Söyle, söyle… Çünkü söz, kalb-i âdeme candır.
Hadîs-i şerîfte de insanın kıymeti sözünün altındadır. Yine bir başka hadîs-i şerîfte de, insanın kıymeti, vücûda getirdiği himmetidir, eseridir, buyurulur.
Öyle ya… bu âlem bir sözle ademden yâni yokluktan, zuhûra çıkmadı mı? Cenâb-ı Hakk’ın (Ol!) demesi, bu zuhûrun sebebi değil midir?
Kezâlik koca muhârebeler bir söz ile açılıyor, yine bir söz ile sulh ve sükûn avdet ediyor. Onun için söz deyip de geçmemeli, iki dudağın kımıldaması nice cenklerin nice sulhların sebebidir.