Bir tilki, seher çağı tuzağa düştü; orada avcıyı düşündü:
—Avcı beni bu hâlde görürse hemen postumu soyar, dericiye satar, dedi.
Kendisini ölmüş gibi gösterdi; can korkusuyla ölü gibi uzanıp yattı.
Avcı gelince onu ölü zannedip:
–Bu, dedi işime yaramaz… Fakat kulağı işime yarar.
Tutup tilkinin kulağını tâ dibinden kesti.
Tilki içinden:
—Gamlanma, diye geçirdi: diri kaldın ya… Bir kulağın varsın olmasın, ne çıkar?
Fakat bir başkası gelip:
—Dili, dedi, benim işime yarar.
Dilini kesti; tilki can korkusuyla inlemedi bile.
Başka biri de:
—Bu organlardan dişler işime yarar, deyip kerpeteni ağzına soktu birkaç dişini zorlukla söktü. Tilki, soluk bile almadı:
—Gönlüm sağ kalsın da ne dişim olsun, ne kulağım ne dilim.
Diyordu. Derken bir başka adam da gelip:
—Tilkinin yüreği hastalığa iyi gelir derler; dur şunun yüreğini çıkarayım, dedi.
Yürek sözünü duyar duymaz tilkinin gözüne dünyâ zindan kesildi. İçinden:
—Yürekle oyun olmaz… Hile, şimdi işime yarar.
Diye geçirdi ve bütün kurnazlığını kullanarak yaydan fırlayan bir ok gibi, fırlayıp tuzaktan kaçtı.
*
Gönül sözü, büyük bir sözdür; iki cihânı da onun bahsi kaplamıştır.
Benim, kanlar içinde kalmamı revâ görür müsün? Gönülden bahsetme de ne yaparsan yap!
Gönlüm kan kesildi; gönülden ne diye söz açayım? Gaflete dalmış kişilere gönülden nasıl söz edeyim?
Sevgili neredeyse, benim gönlüm de oradadır; fakat ben nasıl oraya erişebilirim? Bu, ne vakit nasîb olur acaba?
Gönlüm kayboldu, beni bırakıp gitti; görünmüyor bile. Ne gönlümün benden haberi var, ne benim gönlümden haberim var.
Gönlümün hiçbir nişânesi yok. Artık, gönlümü alanın nişânesi nasıl olabilir?