Edebiyat târihçimiz Nihad Sâmi BANARLI Hoca’nın Hakk’a yürüyüşünün yıldönümü münâsebetiyle, bütün ömrünü adadığı Türk gençleri adına şükranlarımızı ve rahmet niyâzımızı sunuyor ve kendisini minnetle anıyoruz.
Bir yazısında şöyle diyordu:
(Alman mûcizesi, bu büyük milletin kendi millî dehâsına inancından doğdu. Almanlara bu millî güveni, ona millî mâzîsini tanıtanlar verdi. Bir millî destanları, bir millî kahramanları ve bir millî mîmârîleri olduğunu öğrenmek Almanları coşturdu.
Vagner’in operalarında ve Siegfried’in kahramanlığında, kendi millî kudretlerini alkışladılar.
Muazzam katedrallerinin kendi mîmârî dehâlarının eseri olduğunu öğrenince bu âbideleri daha başka bir hayranlıkla seyrettiler, âbidelerin etrâfında bir millî idrâkin neş’esiyle halkalandıkları oldu.
Türkçe’nin bugünkü yıkılış devrinde genç nesillere eski edebiyâtımızı sevdirmek kolay olmayacaktır.
Hattâ destan devri edebiyâtımızı tanıtmak yâhut Yahya Kemâl’in şiirinde şahlanan destan şiirini onlara bir lezzet ve idrâk olarak sunmak, ancak bu dâvânın ehemmiyetini anlamış, idealist münevverler elinde ve ileride mümkün olacaktır.
Bunun için de yine dil ve kültür hayâtımızın bunları idrâk ve ifâde edebilir bir seviyeye ulaşmasını beklemek zorundayız.
Fakat mîmârî âbideler böyle değildir. Onların gözle görülür, elle tutulur gerçeklikte olması, bizim millî kalkınmamıza hizmet edebilir. Bu bakımdan câmilerimizin, türbe ve medreselerimizin etrâfı açılmak ve onarılmak sûretiyle meydana çıkışlarını bir millî tâlih ve bir büyük fayda olarak karşılamak yerinde olur.
Tanrı, Türk milletini yeniden sevmeye başlamış olmalıdır ki ona, hiç olmazsa bugünkü vatanında yarattığı en muhteşem sanatın eserlerini, iç ve dış güzellikleriyle tekrar görmek, kısaca, onların farkında olmak fırsatını veriyor.) (5.3.1960 – Hürriyet Gazetesi’ndeki makalesinden bir bölüm)
HAYÂTINDAN KISA NOTLAR
Nihad Sâmi Banarlı, 18 Nisan 1907 yılında İstanbul’da dünyâya geldi.İlk yazı denemelerini lise sıralarındayken yapmaya başladı.”Sular Kararırken ” ve “Kar ve Sevdâ”piyesleri gibi.. Bunları Dumanlı Dağlar, Bir Mâbet Yıkıldı, Mes’ud ÖlümYabancı, Kızıl Çağlayan ve Son Vazife, Deli tiyatro eserleri tâkîb etti.
1929 yılında Edebiyat Fakültesi’nden pekiyi dereceyle mezun oldu. 22 Yaşındayken Vedia Hanımla tanıştı ve gönlü ona aktı. İkisinin mektuplarını bir küçücük kız biribirlerine taşıyordu; Nermin (Pekin)! Edirne’ye öğretmen olarak tâyini çıkar ve oraya Vedia Hanımla birlikte giderler.
Burada öğretmenlik yaptığı dönemde soyadı kanunu çıkar ve Hoca, Somyarkın soyadını beğenerek alır.
Yazılarında da kullanır. O sırada, ağabeyi Hilmi Sâmi Bey, Tekirdağ’ın Pınarlı ilçesinde nahiye müdürlüğü yapmaktadır. Pınarlı ilçesinin adı daha sonra Banarlı olarak değişmişti.
Annesiyle babası buraya geldiler. Nahiye Müdürü oğullarını ziyârete gelmişlerdi ama, burada peşpeşe vefat ettiler. Burada toprağa verildiler.
Nihad Sâmi bey, bundan öylesine etkilendi ki; soyadını değiştirdi ve hayâtının sonuna kadar Banarlı olarak kullandı.
Askerliğini Eskişehir’de yaptı. Terhis olduktan sonra İstanbul Kabataş Lisesi Edebiyat öğretmenliğine tâyini çıktı. 33 yıl süren meslek hayâtına böylece devâm etti.
Burada da emekli oldu. Artık zamanla edebiyat târihçiliği ön plâna çıkmıştı.
Eserleri ve çalışmalarıyla çeşitli mükâfatlar aldı.
1939’dan sonra Ankara’da yayınlanan ÜLKÜ dergisinde yazıları yayınlanmaya başlayınca, Yahya Kemâl’le tanışmasına vesile oldu bu yazılar. Bu tanışma, O’nun hayâtında bir dönüm noktası oldu.
Resimli Türk Edebiyâtı Târihi’ni yazıp tamamladı. Fasiküller 1948 yılında tamamlanmış ve piyasada az sayıda nüsha kalmıştı.
Bu eser için Nihad Sâmi Banarlı tam 18 yıl çalışmıştır.
Bu yıllarda Hoca, Hürriyet’te muntazaman yazılar yayınladı, ilgi gördü.
Sâmiha Ayverdi ve Ekrem Hakkı Ayverdi’lerle tanıştı. Sâmiha Ayverdi, Sofi Huri, Safiye Erol ve Nezihe Araz’ın müştereken kaleme aldıkları Ken’an Rifâî ve Yirminci Asrın Işığında Müslümanlık adlı eserin tanıtımı için yapılan toplantıya Nihad Sâmi Bey de dâvet edilmişti. İşte bu tanışmayla muhabbete dönen dostlukları ömür boyu sürmüştür.
Ekrem Hakkı Bey Fetih Cemiyeti Başkanlığına gelince, Nihad Bey de buradaki aydın zevat arasında yerini aldı.
Bu cemiyetin bünyesinde kurulması düşünülen İstanbul Enstitüsü’nün başına Nihad Bey getirildi.
Üstte adı geçen dört hanım yazara Hoca da katıldı ve Mesnevî Şerhi’nin yayına hazırlanması çalışmaları başladı.
Atalarımızın bize bıraktıkları en güzel iki mirastan birinin Türk vatanı, ikincisinin de Türkçe olduğuna bütün kalbiyle inanan Banarlı, Türk dilinin her türlü gerilik tarafından hoyratça tahrip edilmesine karşı çok ciddi mücâdele vermenin şart olduğunu görüyordu.
BANARLI’YA GÖRE:
(…..millî romantizm’in idrâki, her gün yanıbaşından körcesine geçilen bütün millî san’at eserlerinin, millî ve târihî zaferlerin ve fazîletlerin, bir gün, bütün ihtişâmıyle farkına varmaktır. Bunu idrâk etmek, bununla gururlanmak ve bunlardan yeni millî-medenî hamleler için gereken gücü almaktır.
Türk milletinin ise, millî romantizmini idrâk etmesi için kütüphâneler, müzeler, şehirler ve vatanlar dolusu eseri vardır.
Türk çocuğu,
millî cevherindeki hâlis altını ancak o zaman tanıyacak ve korkunç bir aşağılık duygusu içinde, başkalarının, hattâ kendi can düşmanlarının hayranı olmak gibi bir dalâlete düşmeyecektir.)
(..Taklid, en kötü bir hastalıktır. Selçuklu ve Osmanlı Türklüğü, ortak İslâm Medeniyeti çerçevesinde ve her mevzûda orijinal ve Türk kalmayı bilmişlerdi. Onun için büyük, çok büyüktürler.
Biz ise, şimdi her mevzûda müşterek Batı medeniyeti çizgileri altında ezilme yolundayız.
Yeni medeniyet karşısında Türk kalmayı; mîmârîde, edebiyatta, mîsıkîde, resimde ve her türlü estetik çalışmalarda millî çizgi yaratmayı beceremiyoruz.
Türk milletine işte bu fâciayı idrâk edecek anlayışta münevverler lâzımdır.
Yurdumuzu, bu anlayıştaki sanatkârlar ve bilhassa halkın sanat rûhu süslemelidir.
Görülüyor ki okuyan ve dinleyen olmasa da verak-ı mihr ü vefâyı yazanlar ve söyleyenler her devirde vardır ve olacaktır.)