(Sâmiha Hanım:
-Bir Mesnevî beytinin mânâsında, bu cihânın vuslatı, devlet ve izzetinin muhabbeti, öteki âlemin firâkı olur, deniyor.
-“Ya bundan geç, ya ondan! Demek.
Bir gün Hârun Reşit, sarayının penceresinde oturmuş düşünüyor; bu dünyânın pâdişâhı oldum, acaba ahret pâdişâhı da olabilir miyim, diyormuş.
Bu sırada, kardeşi Behlül Dânâ da yerde yatan kalın bir direğin ucundan tutup kaldırıyor, sonra öbür tarafına geçip öteki ucundan da kaldırıyor, fakat tam ortasından tutup kaldırmak isteyince, buna gücü yetmiyormuş.
Sarayın penceresinden manzarayı seyretmekte olan Hârun Reşit:
Behlül, orada ne yapıyorsun? Diye sormuş. Hikmetli söylemeye alışmış olan Behlül de: Ne olacak, dünyâyı istedim oldu, ahreti istedim, o da oldu. İkisini birden yapayım, dedim, o olmuyor işte! Diye cevap vermiş.”
Ticâret ve çalışmak hakkında konuşuluyordu.
-“Dinde gevşeklik ve tembellik yoktur. Resûlullah Efendimiz: Çalışan Allah’ın sevgilisidir buyuruyor ve yine: İnsana kendi sa’yinden başka şey kalmaz, diyor. Sonra yine: Her peygamberin bir san’atı vardır.
Benim ise san’atım ikidir: Biri fakr öteki cehddir ve bunları seven bendendir! buyuruyor.
Tabiî ki içtihat, yâni çalışmak yalnız dış mânâda alınmamalıdır, içtihattan asıl maksat, bâtını, derûnî, ruhî mücâhededir.
Zahirî çalışma, zarurî olarak nasılsa yapılır. Asıl size düşen, manevî erzak toplamaktır.”
Semîha Hanım:
-insan, benliği ile yaptığı şeyde muvaffak olabilir mi?
– “Olur, niçin olmasın? Fakat Hakk’ın takdirine muvafık ise. Benlik ile bir şey yapmak kuvvet ve kudreti kendinde görerek, kendinden bilerek hareket etmektir.
Benliksiz yapmak ise, Allah’ın azamet ve kudretini düşünüp idrak etmek suretiyle Hakk’ın kapısından istemektir.
Bir de büyüklerin fiil ve hareketleri vardır ki, onların işledikleri tamamen benliksizdir.
Fakat Mevlânâ Hazretleri’nin buyurdukları gibi, pakların, büyüklerin işlediklerini kendi işlerinizle kıyas etmeyin.
Sen mücâhede et. Fakat havi ve kuvveti kendinden bilme. Sebepte kudret ve kuvvet görme, dâima sebebi yaratana nazar et. Meselâ sudan beklenen, harareti teskin etmek, ateşi söndürmek gibi şeylerdir. Fakat Allah isterse ondan bu hassaları alıverir.
Faraza bir şeker hastalığı gelir, suyun hararet söndürücü kudreti diye bir şey kalmaz. Hâsılı, her şey Hakk’ın hükmünün mahkûm ve zebûnudur.
Ama, Cenâb-ı Hak verdiği bir hastalığı, bir ziyanı, bir derdi karşılamak için kuluna gayret ve kuvvet de verir. Sen çalış, eğer bu gayretin, Allah’ın takdirine muvafık ise netîce verir.”
Hz. Ken’an Rifâî, Sohbetler