Sâmiha Ayverdi, Hz. Mevlâna hakkında diyor ki: “Arada şunu da belirtmek yerinde olur ki Hz. Mevlâna ne bir hikâye söyleyici ne de masal anlatıcıdır. Belki şark’ın kültür hazînelerinden seçip kitabına aldığı hikâyeleri, bir şifre gibi çözüp değerlendirerek kıssanın içindeki hisse ile günlük hayâtın meselelerinin üstüne ışık tutan hârikulâde bir terbiyecidir. Öyle ki, halkalanmış sular gibi birbiri içinde açılan ve birbirini tamamlayıp bütünleyen Mesnevî hikâyelerinde, her okuyucunun kendini bulmaması ve bir aynaya bakar gibi bunların içinde kendini görmemesi, menfî ve zararlı taraflarıyla yüzleşip utanmaması imkânsızdır.
… Mesnevî ve hikâyeleri, insanoğlunun dikkatini hakikatler üzerine çekmek için hazırlanmış lâtif birer tuzaktır.
Bizzat büyük velinin dediği gibi bunlar bağların, bostanların etrâfını çeviren dikenli çitler gibidir; tâ ki yanından ve etrâfından geçenlerin eteklerine takılıp, onları kendine çeksin. Böylece de bir zaman olsun hakikatlerin üstünde duraklatsın.
*
Evet… Hz. Pîr, ne hikâye anlatıcıdır ne de masal söyleyici! Ama ortada çok acı bir gerçek var ki, insanın dili bunu ifâde etmeye bile hicap duyuyor. Nedir o gerçek, derseniz, kısaca şu: Hz. Mevlâna, bir asırdan fazla zaman var ki -maalesef- artık “hikâye söyleyici” veya “masalcı” yerine bile konmuş değildir.
Keşke Müslüman-Türk insanı O’nun eserlerini “hikâye” diye, “masal” diye okusaydı ve o hikâyelerin arkasında saklı hikmetlerden zamanla belki nasiplenme imkânı doğardı. Halbuki biz, insanımızın dikkatini Hz. Mevlâna ve benzeri zevâtın üzerine çekip, onları kaynak diye göstermedik. O irfan ve hikmet kaynağından çıkan “hayat suyu”nun özüyle değil, sâdece kabuğuna îtibar ettik. Daha doğrusu, hikmetle, irfanla, dînin özüyle yoğrulmuş insanımız, özünü bulamayınca işin kabuğu ile yetinmiş ve yavan, kaba, câhil nesiller yetişmiştir. İş bu kadarla da kalmamış ve –maalesef– bütün dünyânın faydalandığı Hz. Mevlâna’ya iftirâlar da birer yüz karası olarak gene bu devirde bizlerin alnına yapışmıştır.
Artık, “bağların bostanların etrâfını çeviren dikenli çitlere benzeyen Mesnevî ve hikâyeleri”; o bağın yanından geçerken bizim eteğimize bulaşan yalnızca “Gösteri”den ibâret Semâ Âyinleri’nden başka bir şey değildir.
Buna bile şükredecek hâle düşmekse, çok acı!
————————————-
(*) Âbide Şahsiyetler, S.16-Sâmiha Ayverdi