27 Mayıs 1954
(…)
Yavrum, meşhur kelâmdır: “Bilmem diyen öğrenir, bilirim diyene ne söylenir”.
Mâdemki kemâl-i tevâzu/tevâzuun son derecesi/ ve hüsnüniyetle, güzelliğe, iyiliğe ve doğruluğa karşı iştiyak ve arzu beyan ediyorsun, şu halde istediklerini yakaladın demektir; ammâ er, ammâ geç.
Şimdi oğlum meseleyi daha objektif daha umûmî mânâda teşrih/açmak, îzah etmek/ edelim.
Sen bir orta mektep muallimi veya müdürüsün.
Âlâ… bu hüviyet ve sıfatla kendini, çoluğunu, çocuğunu yaşatabilirsin. Bu da âlâ… Fakat şunu bilmemiz lâzım ki biz insanlar ne sırf kendimiz için doğduk ne kendimiz için yaşıyor ne de kendimiz için öleceğiz.
Şu halde insanlık âlemine büyük çapta faydalı olabilmen için husûsî ve şahsî bir fikir ve ruh nizâmı, bir mânevî muvâzene ve âhenk lâzımdır.
Mâlûmundur, fizikte bir kanun vardır; bir odanın havası tahliye edilmeden /boşaltılmadan/ yerine bir başka hava koyamazsın.
Tazyikle bunu temin etmek istesen, odanın duvarları dayanamaz çatlar.
Kezâ insanblar da kendilerini lüzumsuz, zararlı, menfi sıfatlarından boşaltmadıkça yerine, faydalı, lüzumlu ve müsbet vasıflar getiremez. Ruh yönünden bu böyle olduğu gibi, zihnî cepheden de mesele aynı esâsa tâbîdir.
Evet cehil silinmedikçe ilmin gelmediği gibi.
Kendini Karapınar’ın çorak ve ıssız iklimine benzetiyorsun. Ne münâsebet oğlum.
Sen esas îtibâriyle kabiliyetli, istidatlı ve uyanık bir gençsin.
Kendinde ve gizli, ağır ağır kıvâma hazırlanan istidatları uykularından dürtüp uyandıracağın zamânı bekliyorsun.
Vakit gelip bu inkılâbı geçiren insan kısa zaman içinde kendi, kendini tanımaz olur, ruhunun zaferi karşısında eski hâline bakıp “Bu ben mi imişim?” der.
İşte varlığı, bir transformatörden geçmişçesine değişiveren bu insandan cemiyet en geniş mânâda faydalanır.
Zîra ölçüleri, şahsî ihtiras ve menfaatleri nâmına değil, camianın, küllün/bütünün/ menfaati ve ihlâsı/samimi bağlılığı/ adına tutulmuştur.
(…)(*)
(*)Sâmiha Ayverdi, Mektuplar-1, Sayfa 95/96.