Çarşamba, Nisan 30, 2025

Dede Korkut Ve Mizah

Mizah, insanlık târihi boyunca var olan bir ifâde tarzıdır. Hattâ en güçlü bir üslûptur. Zira, insan gönlüne ulaşmanın,onlara en derin gerçekleri güldürerek anlatmanın en tesirli yoludur.

Mizah; lâtîfe, nükte, fıkra, hiciv, taşlama gibi bâzı farklılıklarla karşımıza çıksa da, Türk Edebiyâtı’nın en eski metinlerinde hem nazım ve hem de nesir hâlinde mevcuttur. Üstelik, en güzel örnekleriyle mevcuttur. Yazımızda Dede Korkut hikâyelerinden ve içinde bulunan yapıtaşlarından bahsedeceğiz.

İşte Türk Kültürünün temel taşlarından biri olan Dede Korkut Hikâyeleri…

Bu hikâyelerin hemen hepsinde mizah unsuruna rastlamak mümkündür. Ama, bunların içinde en fazla öne çıkan ve hemen ilk ağızda örnek göstereceğimiz, “Deli Dumrul”dur. Hikâyede, önce Deli Dumrul’un kimliği, özellikleri, karakter yapısı tasvîr edilir ki buna göre “gözünü daldan budaktan sakınmayan, yiğitliğini ve kahramanlığını pazularında gören, kendisinden başka bir güç sâhibinin bulunmadığına inanan ve şöhretini her yana duyurmak isteyen” birisi resmedilir.

Öyle ki, hayâtı boyunca Azrâil’in adını bile duymamıştır. Susuz bir derenin üzerine yaptırdığı köprüden geçeni de haraca bağlamıştır, geçmeyeni de! Köprüden geçenden 33 akçe alır, geçmeyenden ise döve döve kırk akçe. Köprünün yakınına konaklayan bir Oba mensuplarının ağlayıp sızladığını duyan Deli Dumrul, bu feryatların sebebini sorar:

“-Benim köprümün yanında bu gürültü nedir?”

Cevap verirler:

“-Güzel bir yiğidimiz vardı; Azrâil geldi ve yiğidimizin canını aldı.”

Deli Dumrul buna çok sinirlenir:

“-Bre bu Azrâil ne kişidir ki bir yiğidin canını alır?”

Ve Allah’a duâ eder:

“-Ey her şeye kaadir olan Allah! Birliğin hakkı için şu Azrâil denilen can alıcıyı bana göster! Göster ki onunla dövüşeyim ve canını aldığı yiğidi kurtarayım! Ben onun canını alayım!”

Fakat bu sözler, Ulu Tanrı’nın hoşuna gitmez. Dede Korkut, Tanrı’nın ağzıyla şöyle der:

“-Bak bak… Bu Deli, benim birliğime inanmıyor; benim birlik dergâhımda şükrederek gezip tozacağına, benlik dâvâsı taslıyor.”


Bu noktada biraz duralım ve düşünelim:

Hikâyenin kurgusunda ana tema şudur; “benlik” taslamak, gurur-kibir sâhibi olmak Allah’ın hoşlanmadığı huylardandır. Zulüm seviyesine ulaşan yiğitlik, yiğitlik değildir.

Deli Dumrul’un portresi öyle ustaca çizilmiştir ki; hikâyenin muhâtabı olan halkın tamâmı Azrâil diye bir ölüm meleği bulunduğunu bilmesine rağmen, Deli Dumrul’un aklını örten benliği ve şöhret olma hayâli kendisini câhil bırakmaktadır.

Hâlbuki böyle bir kişilik hayâl etmek bile abestir, gülünçtür. İşte, mizah gerçeği, böyle bir ambalaja sarılarak sunulmakta ve dinleyenlerin ilgisi, Azrâil’e savaş açan Deli Dumrul üzerine odaklanmaktadır. Yeldeğirmenlerine saldıran Don Kişot’un hayâlperestliği bunun yanında çok basit bir nükte olabilir. Ayrıca Azrâil ve yel değirmeni, iki ayrı kültürün insanlarına âit modellerdir.

Deli Dumrul tiplemesi,bir bakıma Kurtla Kuzu hikâyesindeki kurda benzemektedir; kuzuyu yemeye kararlı olan kurt, ona: “suyu bulandırdın” bahanesini gerekçe gösterir. Dede Korkut ise, Deli Dumrul’a: “benim köprümün yanında neden gürültü çıkartıyorsunuz?”

Yâ da:

“Köprümden geçtin, otuz üç akçe; vay sen misin geçmeyen, al sana sopa ve ver bakalım kırk akçe!” dedirtir.

Bu, kabadayılıkta zulmetme noktasına ulaşmış, adâletsiz kaba kuvvet sâhibinin bu derece sivrilik arzeden bir şahsiyet olması, hikâyeyi dinleyenler nezdinde zâten başlı başına bir hiciv, lâtîfe veyâ ne derseniz deyin “mizah”dır.

Ayrıca, komşu obadan ölen kişi -Deli Dumrul onu tanımasa bile- “yiğit olduğu söylenen” biridir. Demek ki, gelip onun canını alan Azrâil, kendisi de “yiğitler yiğidi” olduğuna inanmış Dumrul’un canını alabilecektir. Öyleyse, bir an önce önlenmesi ve ortadan kaldırılması gerekmektedir. Bu ise, mümkün değildir ve halk bunu çok iyi bilmektedir.

İşin farkında olmayan yegâne tip, Deli Dumrul’dur. Dede Korkut, başından sonuna kadar mizah bohçasına sarmaladığı gerçekleri, cehâletle alay ede ede insanlarına sunmaktadır.

Eğer bu hikâye sonuna kadar ele alınırsa; görülecektir ki ortadan kaldırılması mümkün ve gerekli olan şey nefret haksızlık, zulüm ve insanın benliğidir. Onlar giderse, yerlerine “sevgi”, “adâlet” ve Allah’ın birlik deryâsına âit güzellikler gelip oturacaktır.

Nitekim, kiminle dans ettiğinin acı şekilde farkına varan Deli Dumrul, kendi canının bağışlanması için bir can almaya kararlı bulunan Azrâil’e anasının canını, sonra babasını teklif eder. Azrâil bu pazarlığa râzı olsa da ne anası kabûllenir, ne de babası…

Geriye kala kala Deli Dumrul’un hanımı kalmıştır; o ise hemen “peki” der. Çünkü, kocasını gerçekten sevmektedir.

Fakat, buna da Deli Dumrul’un gönlü râzı olmaz ve açar ellerini, yalvarır:

(Yücelerden yücesin
Kimse bilmez nicesin
Güzel Tanrı
Çok câhiller seni gökte arar, yerde ister
Sen bizzat müminlerin gönlündesin
Dâim duran Cebbar Tanrı
Ulu yollar üzerine imâretler yapayım senin için
Aç görsem doyurayım senin için
Alırsan ikimizin berâber canını al
Bırakırsan ikimizin canını berâber bırak
Keremi çok Kadir Tanrı!)

Bu ise, Tanrı’nın hoşuna giden bir hâldir ve Deli Dumrul hanımına duyduğu bu derin ve vazgeçilmez sevginin yüzü suyu hürmetine affedilir; eşi ve iki çocuğuyla birlikte onlara yüz kırk yıl ömür biçilir.

Bizim inanç sistemimize ve kültürümüze bakıldığında; Azrâil eğer yeryüzüne birinin canını almak üzere inmişse, bu ilâhî vazîfeyi yapmadan dönmez. Ölecek kimse, O’na ismi verilen şahıs olmasa da, hatırlı kimselerin duâ ve niyazlarıyla, bir başka canı mutlaka alır gider, inancı mevcuttur. Eğer ölmesi murâd edilen şahıs, insanlara sevgiyle yaklaşan ve onlara hizmette ilerilere gitmiş biriyse, onun yerine bir başkasının can vermesi, bu bedel karşılığı mümkündür.

Dede Korkut, bu inancı çok ince bir nükteyle vurgulamaktadır. Ki, Deli Dumrul’un yakarışında imâretler yâni fakirlere yemek verilen yerler yapmak vardır, açların doyurulması gibi hayır adakları vardır ve en önemlisi, “hüküm senindir Tanrım; alacaksan bu sevdiğim kadınla birlikte canımı al, eğer bağışlarsan ikimizi de bağışla!” diye aşk, sevgi, birlik ve berâberlik arzusunun ön plâna çıkması vardır.

Sonuç Olarak Özetlemek Gerekirse

Hikâyenin başındaki benlik dolu, zâlimlik dolu, cehâlet timsâli Deli Dumrul gitmiş ve yerine yepyeni biri gelmiştir. Sâdece büyük dağları değil, küçükleri de ben yarattım gibi bir kafa yapısına sâhip olan kahramânımız, artık başka insanlarla berâber yaşadığının ve herkesle birlikte bir anlam taşıdığının farkına varmıştır. Bir Yüce Kudret Sâhibi’nin birliğine, varlığına gerçekten inanmıştır.

Bütün bu tasavvufî gerçekleri, insan hayâtıyla ilgili hikmetleri ve beşeriyetin “iç hastalıklarının tedâvisinin gerekliliğini” ciddî ciddî anlatsanız, kimi kaç dakika karşınızda bulursunuz? Mizaha, hicve, nüktelere başvurmadan insan dikkatini nasıl ve ne kadar çekebilirsiniz? Kendinizi nasıl ilgiyle dinletebilirsiniz?

İşte, insan psikolojisini çok iyi bilen; insanı insan olmaktan alıkoyan sevgisizliği ve bilgisizliği ortadan kaldırmayı hedefleyen atalarımızın mizahtan faydalanması -hem de en mükemmel şekilde faydalanması- beşeriyetin her devirde ciddî işlerden ve konuşmalardan ziyâde tebessüme ve komikliklere ihtiyaç duyduğunu bilmelerindendir.

Rıza Tekin Uğurel

Önceki İçerik
Sonraki İçerik
Rıza Tekin UĞURELhttps://www.dertlidolap.com
..1987 yılında kurulan Kütahya Aydınlar Ocağı Derne­ği başkanlığını uzun yıllar yürüten Uğurel, hâlen (KÜMAKSAD) Kütahya Mevlânâ Araştırma Kültür San'at Derneği'nin de başkanı olarak mûsikî, kültür ve san'at faaliyetlerini sürdürmektedir.
Benzer Yazılar
- Advertisment -

Popüler Yazılar

error: Muhtevâ korumalıdır!