Bizim, Türkistan’a vardığımız sıralarda büyük bir din taassubu hüküm sürüyordu. Ruslar, bundan istifâde ederek mutaassıp ahâliyi ve yarım âlimleri, terakkî ve yenilik isteyen “Cedidci” dedikleri gençlerin aleyhine tahrik etmişlerdi. Bunlara göre, ceket pantolon giymek, saç kestirmek, kundura giymek, gazete okumak vesâire “bid’at” sayılıyordu. Daha bir sürü hurafelere inanıyorlardı.
Bu münâsebetle bir hâtıramı anlatayım:
Taşkent’te iken, Canbolat Bay isminde zengin ve o derece milliyetçi bir zât, Türkiyeli Türkler’le bir sofrada oturmaktan büyük zevk duyacağını beyân ederek, bizleri dâvet ederek evine götürmesini, Andurrahman ve Said Beylerden ricâ etmiş. Abdurrahman Bey, esâsen Endicanlı olup uzun seneler Türkiye’de kalmış ve güzel İstanbul şivesiyle konuşan bir zâttı. Taşkent’te saatçilik yapıyordu.
Said Bey ise aslen Taşkentli olup, Türkiye’de tahsil görerek, küçük zabitlik yapmış ve sonradan memleketine dönmüş bir arkadaştı. Bu iki arkadaş, ekseriyetle ziyafetlere bizimle berâber dâvet olunurlardı.
Abdurrahman Bey’in dâvetini kabul edip, Canbolat Bey’in dâvetine gittik. Ev sâhibi son derece memnun bir vaziyette bizi karşıladı. Şerefimize bie tay kesilmesini emretmiş. Abdurrahman Bey, “Bunlar at eti yemezler, koyunu tercih ederler” demiş. Sırası gelmişken şunu da söyleyeyim ki: Türkistan’da hattâ bütün Türk yurtlarında at eti makbuldür ve seve seve yerler. Misâfirin şerefine kesilecek hayvanın cinsi, misâfirin şeref derecesiyle ölçülür. Çok hürmet edilen bir misafire at kesilir. İkinci derecede bir misafire sığır kesilir. Üçüncü derecede olursa koyun kesilir.
Ev sâhibi bize son derece îzaz ve ikrâm ediyordu. Nefis yemekler yedik, “müselles-i şer’î”leri/ Üzüm şırasının üçte biri kalacak şekilde kaynatılmasiyle elde edilen ve haram sayılmayan bir nevi içki/ içtik Kış ortasında tâze üzüm, karpuz, kavun gibi nâdîde meyvalarla soframız donatıldı. Bir misafire ne kadar hürmet ve ikram edilebilirse, bunun âzamîsi yapıldı. Gece, yatma zamânı geldi. Mihmanhânede yataklar hazırlandı. Ev sâhibi iyi geceler temenni eerek harem dairesine gitti. Biz de yattık. Petrol lâmbası tam karşımda duruyordu. Işığı yüzüme düştüğünden, yastığımı aksi tarafa koydum ve uyudum. Arkadaşlardan bir ikisi de yastıklarını çevirmişler.
Ertesi sabah kalktığımızda ev sâhibimizin suratı asık, bize dargınmış gibi bir hâli vardı. Dün akşamki iltifatlarından eser kalmamıştı. Hepimiz şaşaladık. Bu vaziyet değişikliğinin sebebini Abdurrahman ve Said Beyler’den sorduk:
–Kıble’ye ayaklarınızı çevirip yatmışsınız. Sabahleyin bunu görerek müteessir oldu. Türkistan’da Kıble’ye ayak çevirmek büyük günah sayılır, dediler.
— Halkın saygı gösterdiği, buna benzer başka yasaklar varsa bilelim de ona göre hareket edelim, dedik.
Cevap olarak: Sofrada ekmeği tersine koymak, ayakta su dökmek/ tuvaletini yapmak, baş açık durmak ve buna benzer bir sürü hurafeleri sayarak, bunların halk nazarında bid’at sayıldığını îzah etti. Artık bunlara son derece dikkat etmeye başladık. Ev sâhibinden de bizim memleketimizde koyu Müslümanlık olduğu halde, bu gibi şeylere fazla kıymet vermediğimizi, binâenaleyh Kıble’ye ayak çevirmenin kasdî olmadığını îzah ederek, barıştık.