Kur’an Nasıl Okunur?
“Sûfî muallimlerden biri bize rivâyet etti ki, küçük bir delikanlı, kendisinden Kur’an okuyormuş. Onu, sarı benizli görmek istemiş ve demiş ki;
Bana denildi ki sen geceleyin hatimle namaz kılıyormuşsun.
-Sana denildiği gibidir.
Deyince, o da:
-Oğlum, bu gece kıblende beni hazır tut (tasavvur et) ve namazında Kur’an-ı bana oku ve benden gaafil olma! Dedi.
Delikanlı hay hay dedi. Sabahlayınca:
-Sana emrettiğimi yaptın mı?
-Evet hocam!
-Dün gece Kur’an’ı hatmettin mi?
-Hayır, ancak yarısından fazlasına gücüm yetmedi.
-Oğlum, öyleyse bu gece de, Kur’an’ı bizzat Hazret-i Peygamber’den ashâb’dan herhangi birini önüne koy (tasavvur et) ve ona oku.
Fakat sakın (dikkatli ol) çünkü onlar Kur’an-ı Hazret-i Peygamber’den dinlemişlerdir. Tilâvetinde ayağın kaymasın.
-İnşallah hocam, öyle yaparım.
Sabah olunca, hoca ona geçirdiği geceyi sordu. O da dedi ki:
-Hocam, bütün gece boyunca, Kur’an’ın dörtte birinden fazlasına gücüm yetmedi.
-Oğlum, bu gece ise Kur’an-ı kendisine indirilmiş olan Hazret-i Peygamber’e oku! Kimin huzurunda okuduğunu da bil!
-Peki! Dedi.
Sabah olunca!
-Hocam, dedi, bütün gece boyunca Kur’an’ın bir cüz’ünden fazlasına veyâ buna yaklaşık olana gücüm yetmedi.
-Oğlum, bu gece olunca okunan Kur’an’ı Hazret-i Muhammed’in kalbine indiren Cebrâil’in huzurunda oku! Fakat dikkatli ol ve kime okuduğunun kadrini bil!
Sabahlayınca:
-Hocam şu kadardan fazlasına gücüm yetmedi diyerek, Kur’an’dan birkaç sûreyi andı.
-Oğlum dedi, bu gece olunca Allah’a tövbe et ve kendini hazırla. Ve bil ki, O’nun huzurunda duruyorsun. Okuduğunda tedbirli ol.
Çünkü maksad, harfleri bir araya getirmek değildir. Kur’an okumaktan maksad, okuduğunun mânâsını düşünmektir. Sakın câhil olma.
Sabahlayınca, hoca, talebeyi bekledi fakat gelmedi. Onun durumunu soracak birini gönderdi. Kendisine denildi ki hastalanmış ve (arkadaşlarınca) ziyâret ediliyormuş.
(O zaman) hoca (bizzat) gitti. Delikanlı, onu görünce ağladı ve dedi ki:
-Hocam benden yana Allah sana hayır versin. Kendimin bir yalancı olduğunu ancak dün gece bildim. Seccâdemde doğrulunca ve Hakk’ın huzurunda, kendisine Kur’an okuduğumu tasavvur edince Fâtiha ile (namazı) açtım ve iyyâke na’budu (ancak sana kulluk ederiz sözüne ulaştım).
(O zaman) kendime baktım fakat nefsimi (Allah’ın) sözünü tasdik eder görmedim. İyyâke na’budu demekten utandım.
(Çünkü) O, benim sözümde yalan söylediğimi biliyor… (Böylece) okumayı Fatiha’nın başından Mâlik-i yevmiddîn sözüne (Ayeti’ne) kadar tekrarlamakta kaldım (devâm ettim): iyyâke na’budu demeye gücüm yetmiyordu.
Yüce Allah’ın huzurunda yalan söylemekten utanıyordum.
Fecr doğuncaya kadar, rüküa varamadım. İşte ben, artık O’na, kendi kendimden râzı olmadığım bir hâl içinde gidiyorum.
(Böylece) bir saat geçmeden (delikanlı) nihâyet öldü. Defn edilince, hoca onun kabrine gitti ve (mezardaki durumunu) sordu da, delikanlının kendi kabrinden sesini işitti. Diyordu ki;
-Ey üstâd! Diri (olan Tanrı)nın yanında diriyim. O, beni hiçbir şeyle hesaba çekmedi.
Hoca evine döndü ve delikanlının hâlinin bıraktığı tesirden (dolayı), hastalanarak yatağa girdi. (Nihayet o da) talebesine lâhık oldu (öldü). Allah ikisine de rahmet eylesin.”
“Bundan başkaları, Kur’an-ı ancak hayallerinden okurlar. Bunlar, Kur’an-ı yazılı harflerinin suretini düşünürler… Kur’ân’ı yürekten ancak sâhib-i tenzil okuyabilirler.” (Muhiddin Arabî Hz.’den)