1952’de, Hazret-i Mevlânâ’nın doğumunun 700.yıldönümü dolayısıyla UNESCO tarafından Paris’deki “Müze Gime”de (Musée Guimet) bir ihtifâl düzenlenmişti. İhtifâle Müslüman ülkelerin delegeleri ve pek çok ilim adamı katıldı. Türkiye’den de bir delege gönderilmişti.
İran’lı üye, Hazret-i Mevlânâ’nın milliyetinden bahsederek, O’nun Fars kültürüyle yetiştiğini ve eserlerini Farsça yazdığını, dolayısıyla Mevlânâ’nın İranlı olduğu tezini büyük bir ciddiyetle savundu.
Peşinden Afgan delegesi:”Mevlânâ Belh’de doğmuştur, Afganlıdır” dedi. Sonra Türk delege kürsüye geldi ve: “O’nun Horasan Türklerinden olduğunun herkesçe bilindiğini; şiirlerini ve eserlerini Farsça yazmasının sebebi olarak Farsça’nın ifâde zenginliğini” gösterdi.
Ve ekledi:”İbn-i Sînâ da eserlerini Arapça yazmıştır, peki İbn-i Sînâ Arap mıdır? Ayrıca Mevlânâ Belh’den gelip, neden Konya’ya yâni yüzde yüz Türk olan bir ülkeye yerleşmiş ve ömrünün sonuna kadar orada kalmıştır?
Dahası var;
Mevlânâ, Türk olduğunu kendisi söylüyor. İşte:
“Aslem Türkest egerçi hindû gûyem”
(Hindûca bile söylesem aslım Türk’tür) diyor.
Bu konuşmayı, Pakistanlı ünlü fıkıh bilgini Profesör Hamîdullah Han’ın sözleri tamamladı:
-“Mevlânâ, hiçbir milletin değil, insanlığın malıdır.”
Bu birleştirici görüş, toplantıda prensip karârı olarak kabûl edildi. Karşı çıkıp îtirâz eden yalnızca İran delegesiydi. Nitekim toplantıyı terk edip gitti.