Dilenci kılıklıydı ama, dilenciye benzemiyordu. Zengin tavırlıydı, fakat, zenginliği bilinmesin ister gibiydi. İşte bu, dilenmeyen dilencinin kulağına dedim ki:
“—Dostum! Hiç şüphe yok ki yarın, öbür dünyâda alnın açık, başın dik! Göğsünü gere gere dolaşacaksın, ne mutlu sana!”
Dâimâ ağlayacakmış gibi bulutlu gözlerini gözlerime dikti ve gülümseyerek şu karşılığı verdi:
“—Ben, ne şüpheden haberdârım, ne yarının hesâbında ve ne de öbür dünyânın derdindeyim. Alnım, sevdiğimin ateşiyle alev alev yanmada… Başım, ha var, ha yok; farkında değilim. Şu kılık, sırf şerha şerha yarılmış sînemi gizlemek içindir. Bu dünyâda, o dünyâda O’nsuz olacaksam; alnımdan, başımdan, göğsümden ve gezip tozmaktan bana ne?
Bana ne!”