(Tezâkir-i Cevdet), Ahmet Cevdet Paşa’nın vakânüvisliği sırasında 1855-1865 yılları arasında yaşadığı olaylara dâir hâtıralarından ve tuttuğu notlardan meydana gelen bir eser.
Aşağıdaki örnekler, Paşa’nın Saraybosna’yı teftişi sırasında cereyan eden iki hâdisedir:
(Saraybosna, o devirde yörenin önemli ticâret merkezlerinden biridir. Ticârî mallar, İstanbul’dan Selânik ve Yenipazar… Avusturya-Macaristan’dan ise Svornik yoluyla buraya gelmekte ve daha sonra civardaki kazâlara tüccarlar vâsıtasıyla sevk edilmektedir.
Bütün bu hareketli ticârete rağmen, Saraybosna Ticâret Mahkemesi’ne hemen hiçbir dâvâ gelmediğinden; mahkemeye gelen harçlar, kâtibin maaşına dahi yetmemektedir.
Maaşların açık kalması yüzünden, mahkeme reisliğinden, Paşa’ya şikâyet gelir. Cevdet Paşa, hâdisenin devâmını şöyle anlatıyor:
“Tahkîkat netîcesinde, yerli tâcirlerin, mahkemeye mürâcaat etmedikleri anlaşıldı. Bunun üzerine, Bosna ticâretinin nasıl cereyân ettiğini öğrenmek lâzım geldi.
Teftişler netîcesinde anlaşıldı ki; İstanbul ve Avrupa’dan Saraybosna’ya gelen malları, buraya bağlı livâ ve kazâlardan gelen tâcirler mağazalarda seçer ve ayırırlar. Ayrılan malları mağaza kâtibi bir pusulaya kaydederek, hizâlarına fiyatlarını yazar; bir yandan da denkler bağlanır.
Malların tamâmı, kâtibin tanzîm ettiği pusula ile tâcire verilir, o da bedelini ödemeden tamâmını alıp gider.
Sonra da, aldığı malların bedelini, zaman zaman gelen tahsildarlara taksitler hâlinde öder.
Velhâsıl, livâ ve kaza tâcirleri, Saraybosna’dan üçer beşer bin kuruşluk mal alıp götürürler ve bu muâmele esnâsında, ne senede ne de şâhide lüzum görürler.
Şâyet malı alanlar borçlarını inkâr etseler, elde senet olmadığı için, malı satan hiçbir hak iddiâ edecek durumda değildir. Hâlbuki ticâret mahkemeleri, senetler ve şâhitler üzerine hüküm verirler. Böyle koskoca bir eyâletin ticârî muâmelesi senetsiz şâhitsiz nasıl dönüyor?…
Bu ciheti çok merâk ettim. Saraybosna tüccarından Mehmed Ağa isminde bir zât vardı. Onu çağırttım. Aramızda şöyle bir konuşma geçti:
-Veresiye vermiş olduğun mallardan dolayı ne alacağın var?
-On bin keseden ziyâde..
-Elinde senedin, şâhidin var mı?
-Hayır, âdet olmamış…
-Ya müşterilerden biri borcunu inkâr edecek olursa ne yaparsın?
Bu suale şaştı, gülerek cevap verdi:
-Bu kadar malı denklerle mağazadan kaldırıp, pusulasıyla berâber götürmüş. Nasıl inkâr edebilir?
-Ya bunlardan birisi vefât ederse paranız batmaz mı?
-Vefât ederse; bizim pusulamız terekesinde çıkar ve veresesi, borcunu öder..
Gerçekten de bunca yıldır, hiçbir tüccarın alacağı inkâr olunmamış..)
Tezâkir’de anlatılan şu kıssa da ilgi çekici:
(Bir ara Bosna Sancağı çiftliklerinden aldıkları arâzi ücretinin memleketçe alışılmış nisbetinin ne olduğunu anlamak için, önce İslâmlar’a sordum:
-Bosna’da akçanın kesesine kaç kuruş fâiz alıyorsunuz?
-Hâşâ! Biz, fâiz almayız. Böyle haram para yemeyiz.
Sonra, aynı suali Hırıstiyanlara sordum; şöyle cevap verdiler:
-Fâiz almak Yahudilere mahsustur. O da yeni çıktı. Biz, İslâm ve Hristiyan birbirimize ödünç para veririz, fâiz almayız. Senet alıp vermek dahi âdetimiz değildir.)