Kur’ân-ı Kerîm’den Fil Vak’ası (1) konuşuluyordu:
-“Şimdi bunun mânâsına bakalım: Çünkü bu kelimelerin bâtınî mânâları da vardır. Şöyle ki, Ebrehe nefistir; Ebrehe’nin ordusu ise nefsânî kuvvetlerdir. Ruh, akıl ve nasihat yoluyla nefsi yola getirmek istiyor fakat muvaffak olamıyor. Nihâyet zikr ve riyâzat taşlariyle nefsi helâk ediyor.
Nefsi helâk etmek, yok etmek ne güç iştir!”
Semîha Hanım:
-Kolay ama o da herkese müyesser değil… ancak aşk kuvvetidir ki onu bir anda nefyetmeye, lâ etmeye muvaffak oluyor. O lâ bıçağı da mâşûkun elinde..
-“Evet, iş aşkta… onu bulunca her müşkül kolaylaşır.”
Semîha Hanım:
-Bütün bu riyâzatlar, mücâhedeler ve aşkın hâricindeki hayat hep onu bulmak için değil mi? Onun dışında da ne varsa yerde sürünmekten ibâret.
-“Öyledir. Hak yolundaki bu didinmelerden çalışmalardan maksat, hep o şevk ve cezbeye kavuşmak içindir. Nefsini lâ eden ise aşk tâcını giyer ve eline vuslat berâtını alarak mâşûkunu bulur.”
(1)Yemen Hükümdârı Ebrehe, büyük bir ordu ve berâberinde getirdiği fillerle Mukaddes Kâbe’yi yıkmak için Mekke önlerine gelir.
Peygamberimizin dedesi Abdülmuttalib’in, Kâbe’nin sâhibi Allah’tır. O, onu koruyecektır, îkazına aldırmayan Ebrehe hücuma geçer.
Ancak Kâbe istikametine yürümeyen fillerin şaşkına çevirdiği ordu, aynı anda gökyüzünü bir bulut gibi kaplayıveren Ebâbil kuşlarının pençe ve gagalarından bıraktıkları sert taşlarla helâk olur. İşte bu hâdiseye ‘Fil Vak’ası’ denir.