Sayfa:7
Seviyorum diyenin, hakîkaten sevdiğini belgeleyen biricik delil; sevdiğinin aşkı ateşinde yanmaktır.
Seviyorum diyen, fakat yanmaktan kaçan kimseyi ise düşünmek bile mümkün değildir.
– “Peki ama, Hazret-i Mevlânâ, yanmaktan kaçan kimselerden söz ediyor.” denilebilir.
Evet.. ama bu, o demek değil!
Hazret, demek istiyor olabilir ki: Seviyorum diyen, fakat yanmayan kimse, hakîkî âşık değildir. O, çok az bir sevgi şerâresini, aşkın kemâli zannetmiştir. Dost’unu ercesine seven hiç kimse, yanmaktan kaçmak şöyle dursun; irâdesi de dâhil her şeyini aşka sebîl ettiğinden, bu yanıştan azâde olamaz ve ölüm, ona göre, bu yanıp yok oluşun duraklaması demektir.
Ama, “kaçan kimse” diye bahsedilen insanın ezel nasîbi, ancak o kadar olduğu için, daha ötesinden haberdar değildir. Sonu olmayan o aşkın kemâl mertebelerine nazaran kaçmış sayılır. Ötesine izin verilmediği için; kendi istidâdı çapındaki ZEVK’leri.. yâni bizzat yaşadıkları da, hakîkate nisbetle masal mesâbesindedir.
“Hamdım, yandım, piştim.” nüktesi, buna işaret etse gerektir.
“Aşk nedir?” diye soranlara, Hazret-i Mevlânâ’nın:
– “Ben ol da bil!” diye cevap vermesi de bunu anlatmıyor mu?
Allah’ın nûrundan sâdece minik bir kudret olan elektrik cereyanına çarpılan bir insanı düşün; ne kadar çırpınsa da, onu çekip kendine bağlayan enerjiden aslâ kurtulamıyor. Vücudlar, belli voltajın üzerindeki elektrik yükünü taşımıyor ve ekserî de ölümle sonuçlanıyor, Allah korusun.
Peki, bununla kıyaslanmıyacak kadar büyük olan İlâhî aşkdan, kim hangi kudretiyle ve irâdesiyle kaçabilir?
Kaldı ki hakîkî âşığın irâdesi olsa bile; bu irâde, kaçıp gitmek yönünde değil.. tam aksine, varacağı yere bir an önce varma istikâmetinde tecellî gösterir.
İrâde sâhibi olan insanın, oralarda ne işi var ki?
Hakîkî âşığın irâdesi, aşkıdır. Bu istîdattaki kimse, ister yavaş yavaş.. isterse başka türlü; mutlaka yanıp yandırılacaktır.