Türk-İran muhârebeleri zamânında Birinci Ahmed, tahtta bulunuyordu.
“Bu sene sefere çıkılsın mı, çıkılmasın mı?” diye, pâdişâhın huzurunda bir Dîvan toplandı.
Pâdişah:
“-Sefer için bu sene geç kaldık. Ferâgat elilip, gelecek sene için tedârik görüle!”
Deyince, Şeyhülislâm Sun’ullah Efendi bu fikre karşı çıkıp:
“-Sultânım! Mehmed Paşa gibi bir vezir-i âlişânı sefere gitmedin deyü katl edip, imdi seferi tehir edelim reyinde bulunmak evlâ mıdır? Bir aydır Orduyu Hümâyun Üsküdar’da emrin bekler. Tehir emri, hem asâkîri -askerleri- üzer, hem, sefere kudretleri kalmadı deyü, düşmana fırsat verir. İllâ -mutlaka- sefere çıkılmalı!”
Dedi.
Kendisinin tenkîd edilmesine tahammül gösteremeyen pâdişah, kızmakla birlikte kısaca:
“–Hazîne’de para yoktur!” Dedi.
Sun’ullah Efendi:
“–Öyleyse, Mısır hazinesinden ihsan buyurun. Yâhut Cedd-i âzamınız -büyük ecdâdınız- gibi saraydaki evâniyi -kıymetli mâdenlerden imâl edilmiş kap-kacağı- eritip, para basasız! İllâ sefere çıkılsın, zîra düşmandan intikam alıp, devletin nâmusunu kurtarmak, bin evâni eder.”
Deyince, Pâdişah büsbütün kızıp:
“Bre Sun’ullah! Ne gûnâ söylersiz? -ne biçim konuşuyorsun- Mısır hazînesi benim cep harçlığım, evâni dediğün de çorba tasımdır. Paramı cebimden, ekmeğimi elimden mi almak istersiz?’’
Diye bağırıp, Şeyhülislâmı susturmuştu.