Babası, çocuğun elinden tuttu ve ustaya teslim etti.
“Eti senin, kemiği benim..” sözü de, “artık çıraksın!” sözü kadar mânâsız gelmişti çocuğa.
Çünkü çocuk çok küçüktü ve ona göre bu dükkân oyun yeri; gündelik gel gitler ise, birer eğlenceydi.
Ama günlerden bir gün yanlış yapmış, hatâ etmiş olmalı ki ustasından bir tokat yedi.
Bu tokat, çocuğa, çıraklığın mes’ûliyetli mânâsını ve işin ciddiyetini anlatmaya yetti.
Demek ki dükkân, bir oyun ve eğlence yeri değildi…
Ya sen, benim ustam, dükkânında bir değil binlerce kabahat işleyen beni çırak mı saymıyorsun? Hiç kızmaz, gücenmez, darılmaz mısın? Yoksa ben, hatırlı bir dost çocuğu olmaktan öteye gitmeyen ve çırak muâmelesiyle avunan bir çocuk muyum?
Senin bir fiskene, bir kaş çatmana bile muhâtap olmayışım, neden?
Uzaklardan sesin geliyor:
“- Aşk dükkânında, aşksız kalmaktan daha büyük tokat mı olur, çocuk?” diyorsun.