Hazret-i Mevlâna’yı, 746’ncı Vuslat yılında hasret ve minnetle anarken…
“Dünyâda, âşıkların saflarına karşı, Rüstem de kim oluyor? Âşıklar, her gün kan denizinde karayağız atlarını sürüp koşturuyorlar.
O debdebenin, o ululuğun yüzünden her yanda yüzlerce kesik baş, kan deryâsında, şeker gibi oynaya güle; “Gerçekten de biz dönüp O’na varacağız” diyerek yüzmede!
Âşıkın gölgesi, taştan yaratılmış bir dağa düşse; o bile yerinden sıçrar… Dokuz kat gök, yüz kere; “gerçektir, inandık” demeye koyulur. İnanmıyorsan bir dene bak!
Işıdı da ışığı dağa vurdu… Dağdaki gürültüyü dinle! Zâten yoksul dağ, Mûsâ’nın önünde gök bile bayağı bir merdiven; gök nerde, ip nerde, can nerde, aşağılık dünyâ nerde?
Güneşsin, altın bir tabaksın, tencereni Tanrı kaynatmış, aşını Tanrı pişirmiş; evvelce isteyen bir kişiydin, şimdi istenen kişi oldun sen!”
Dîvân-ı Kebîr’den