XIV. asırda, Altınordu Hanı bulunan Özbek Han, İslâmiyet’i kabul ettikten sonra, kabîleleri de İslâm dinini kabûle zorlamıştır.
Bu yeni dîni kabûl edenleri, eski Şaman dininde kalanlardan ayırd etmek için, hanlarının ismiyle çağırmışlar ve daha sonraları bu isim, kabîle ismi olarak kalmıştır.
Bu târihten bir asır kadar sonra Özbekler, diğer ve Türk kabîlelerini emirleri altına alarak, güneye doğru yürümüşler ve Emîr Timur’un ahfâdından olan Bâbür Mirza’yı mağlûp ederek, Hokant şehrini kurmuşlardır.
Kurulan bu hanlıklar, XV. Asırdan XIX. Asra kadar Türkistan’da hükümran olmuşlarsa da, aralarına giren geçimsizlik yüzünden, birlik ve berâberlik ortadan kalkmış ve nihâyet Ruslar’ın istilâsına uğramışlardır.
Hâli hazırda Özbekler, Türkistan’ın Sirderyâ vilâyeti hâriç, diğer kısımlarında ekseriyeti teşkîl ederler. Sirderyâ vilâyetinde çoğunluk Kazaklar’dadır. Büyük Türk yurdunun bir kısmı Ruslar’ın, bir kısmı Çinliler’in ve bir kısmı da Afganlılar’ın istilâsına uğramıştır.
Türkistan Türkleri kabile îtibâriyle Çağatay yâni Özbek, Tacik, Kırgız, Türkmen, Karakalpak, Tarancı, Döngen, Kıpçak ve Uygur Türkleri’dir.
Bunlardan Kırgızlar; Akkırgız, Karakırgız namlarıyla ikiye ayrılır.
Akkırgızlar’a Kırgız-Kazak da denilir. Bunlar, bozkırlarda yaşarlar. Hayatları çadır altında, at sırtında geçer. Karakırgızlar, dağlık yerlerde yaşarlar.
Kırgız Kazaklar, yâni Akkırgızlar, eski Türk âdetlerine ve törelerine sâdık kalarak aynen muhâfaza etmişlerdir. Bununla beraber eski Şamanizm’in bâzı âyinlerini de terk etmemişlerdir.
Bunların içlerinde, Rus mekteplerinde orta ve yüksek tahsil görmüş gençler de vardır. Kırgız Kazaklar, milliyetlrine son derece bağlıdırlar. İyi ata binerler. At, deve, koyun, keçi eti ve darı yerler.
Süt, kımız içerler. Ekmeğe ve sâir yemeklere alışık değillerdir.
Dillerinde medhiyeler,ninniler, cırlar, mâtem türküleri, darb-ı meseller pek çoktur. Otavlarda (Otağ) otururlar. Yaşayışları göçebedir.
Taşkent’te, İsrâil Can ve Miyan Büzürük Han’dan, kızgızlar’ın hayâtını görmek ve tedkîk etmek istediğimizi, bu imkânı bize temin etmelerini ricâ etmiştik.
Mekteplerimizin, Cuma tâtilinden istifâde ederek, bir bahar günü İsrâil Can’ın tedârik ettiği atlarla, dört saatlik bir yolculuktan sonra, Kazaklar’ın bulunduğu bir vâdiye geldik. Polat Bay İsminde bir zâtın çadırına misâfir olduk.
Bu çadır kıldan örülmüş, 8 bölmeli büyük bir ev gibiydi. Aldığımız izahata göre Polat Bay, o havâlide yaşayan Kırgızlar’ın aşiret beyi imiş. Yolda giderken, İsrâil Can’dan Kırgızlar’ın hayâtına dâir oldukça geniş izahat almıştık.
Hâl hatır sorulduktan sonra çadırda yerlere serili minderlere oturduk. Ev sâhibi de karşımızda diz çöküp oturdu. Ev sâhibinin bu şekilde misâfirlerinin karşısında oturması ve hizmete hazır bulunması töre îcâbındanmış. Kırgız kadınlarında, Özbekler’deki gibi kaç göç olmadığından, kadınlar serbestçe girip çıkıyorlardı.
ZİYÂFET SOFRASI
Kırgız âdetine göre, bize, en büyük misafire yapmak istedikleri ikrâmı yapmak ve şerefimize bir tay kesmek istediklerini anlayınca; at eti yemediğimizi, koyunu tercih edeceğimizi, İsrâil Can söylemiş.Çadırın dışındaki fazla faaliyetten ve koyun melemelerinden, birden fazla koyun kesildiğini anladık.
Ağzı geniş, kulpsuz “Piyâle” dedikleri fincanlarda çaylar geldi, içtik
Bu Kazak Bayı’nın dört sürü atı varmışç Her sürüde iki yüz elli at bulunurmuş. Tam kımız mevsimi olduğundan, yemekten evvel birer ts kımız getirdiler. Taslar, bakından mâmûl, bir kilo kadar süt alabilecek büyüklükte idi.
Kırgız töresine göre, ikram edilen şeyi sonuna kadar yemek veya içmek îcab edermiş. İster istemez kiloluk kımızları içtik. Biraz sonra birer tas kımız daha geldi. Hep birbirimizin yüzüne baktık. İsrâil Can:
-Korkmayın, kımız şişkinlik yapmaz, günde 25 tas içenler çoktur, gayet müdrirdir. Dedi.
Yudum yudum bunları da içtik. Şuradan buradan konuştuk. Akşam olmuştu. Sofra kuruldu. Biz altı kişiydik. Ev sâhibi ile iki Kazak misâfiri ve 3 oğlu, yemeğe oturduk. Âdetleri veçhile evin kadınları, hizmet etmek üzere etrâfımızda ayakta duruyorlardı.