[1389-1459] 13. ile 16. asırlarda Anadolu bir cazibe merkezi olmuştur.
Çünkü bu topraklarda yeni bir doğuş gerçekleşmektedir. Bir yandan ülkeler fethedilirken, bir yandan da gönüller kazanılmaktadır. Zaten gönül fethi ve ruh olgunluğunun bulunmadığı yerde maddi fetihler kalıcı olmaz. İşte bu kutlu hizmete katkıda bulunanlardan biri de Akşemseddin’dir.
1389’da Şam’da doğdu, 1459’da Göynük’te vefat etti.
Hz. Ebu Bekir’in soyundandır. Babası Anadolu’ya geldikten sonra Çorum’un Osmancık kasabasına yerleşti. Akşemseddin, babasından ve çevresindeki bilginlerden öğrenimini tamamlayarak, Osmancık’ta bir medreseye hoca olur.
Daha sonra medreseyi bırakarak Hacı Bayram Veli’ye intisab eder. Bir ara Halep’e giderse de, gördüğü bir rüya üzerine tekrar Ankara’ya Hacı Bayram’ın yanına döner. Çetin imtihanlardan sonra kabul edilir.
Hacı Bayram, onun bu gelişte ne ölçüde kararlı olduğunu denemek ister.
Zira manevi eğitimde tam olarak benimseme ve teslimiyet olmadan olgunlaşmak mümkün değildir. Menkıbeye göre Akşemseddin, Hacı Bayram dergahında başlangıçta iltifat ve ilgi görmez.
O kadar ki dergahta ilk öğle yemeğinde kendisine yemek bile verilmez. Herkese açık olan bir sofrada bu hareket bilerek yapılır. O ise köpeklere verilenlerin artıklarıyla karnını doyurur.
Uzaktan durumu gözetleyen Hacı Bayram, Akşemseddin’in kararlılığını anlayınca kendisini kabul eder ve eğitimine alır. Sonunda en iyi müridlerinden olur.
O da şeyhini çok sevmiş olmalı ki, ilahi olarak da bestelenmiş olan bir şiirinde şöyle der:
Aşık oldum sana candan
Hacı Bayram pirim sultan
Gönül himmet umar senden
Hacı Bayram pirim sultan.
Irak mıdır yollarımız
Taze midir güllerimiz
Hub söyler bülbüllerimiz
Hacı Bayram pirim sultan.
Al yeşil sancağı kalkar
Türbesi mis gibi kokar
Altın şem’aları yakar
Hacı Bayram pirim sultan.
Sensin Allah’ın velîsi
İki cihanın dolusu
Evliyaların ulusu
Hacı Bayram pirim sultan.
Akşemseddin der varılır
Azım tevhidler görülür
Yılda bir çağı bulunur
Hacı Bayram pirim sultan.
Hacı Bayram’ın vefatından sonra Akşemseddin onun yolunu devam ettirdi. Beypazarı ve İskilip’te bir müddet kaldıktan sonra Göynük’e geldi.
Akşemseddin, İstanbul fatihi II. Mehmed’in hocaları arasında yer almış ve onu fetih konusunda devamlı teşvik etmiştir.
Padişahla olan münasebeti bir mürid-mürşid ilişkisi şeklindedir. O, herkes gibi bir insan olan genç Mehmed’in manevi tasavvufi eğitimini üstlenmiş ve onun beşeri zaaflarından arınarak olgun bir kimse ve iyi bir yönetici olmasında hizmet görmüştür.
Bu sırada dünya yorgunlukları altında zaman zaman bunalan hükümdarın, kısa süreli de olsa halvete çekilme isteklerini reddetmiştir. Böylece tasavvufi zevklere dalarak, yönetimde ihmalkarlık göstermesine fırsat vermemiştir.
“Senin malik olman salik olmandan yeğdir.” yani, tekkedeki bir derviş hayatı yaşamandan yönetici olman daha iyidir, demiştir.
Akşemseddin İstanbul’un fethi sırasında, kuşatma uzayıp da bezginlik baş g6stermişken, Ebu Eyyub Ensari’nin kabrini bulmuş ve böylece ordunun maneviyatının yükselmesini sağlamıştır.
Bilindiği gibi İstanbul’da bugünkü Eyüp semtine ismini veren Ebu Eyyub Ensarti Hz. Peygamber’in, Medıne’ye hicret ettiği gün evinde misafir kaldığı kimsedir. Emeviler zamanında, ilerlemiş yaşına rağmen, İstanbul’u almak üzere düzenlenen bir sefere katılmıştı.
Bu sırada bir kuşatma sırasında İstanbul surları dışında şehit düşmüş ve oracıkta gömülmüştü. Kabrinin yeri İstanbul fethine kadar bilinmiyordu. Nihayet Akşemseddin onu buldu ve fetih orduları, sanki Hz. Peygamber’in ruhuyla kucaklaşmış olmanın heyecanıyla surları aştılar.
Akşemseddin, devrinin meşhur bir hekimi olarak da bilinir.
Özellikle bulaşıcı hastalıklar üzerinde çalışmış ve bu konuda bir küçük kitap yazmış olduğu söylenir. Demek ki insanların gönül dünyalarının imarıyla olduğu kadar, beden sağlıklarıyla da ilgilenen birisidir.
Akşemseddin’in çeşitli eserleri ve tasavvufi şiirleri vardır.
Bir ilahisinden aldığımız şu mısralar ezeli ve evrensel duyguyu, büyük aşkı çok sade bir dille anlatır:
Bu aşkı ben bilmez idim bu bir acep sevda imiş
Bir zerresi ay ve güneş, bir katresi derya imiş.
Bu aşk imiş varlık kamu, iyi, yavuz, uçmak tamu
Geri kalanı ey amu tek bir kuru kavga imiş.
Gah yel gibi döner imiş gah od olup yanar imiş.
Gah toz olup tozar imiş gah yağmur gah kar imiş.
(*)Prof.Dr.Mehmet DEMİRCİ, Gönül Dünyâmızı Aydınlatanlar, Mavi Yayıncılık-2005 İst.