(Bir gün şu hayat harmanından, senin bir savruntunla uçup gideceğim.
Ama kâh sen benim peşimde, kâh ben senin izinde, kim bilir hangi diyârın hangi köşesinde gene senin elinle dikilip, senin nefeslerinle filizleneceğim, ey gönül fırtınası!
Vergi mi istiyorsun? Bac mı lâzım? İstediğin bunlar ise vereyim.
Dedim ya, müsrifim. Elimde avucumda nem varsa al, senin olsun. Yeter ki sen gel, gel de etrâfımda uğulda, gürle, ey gönüller fırtınası!
Bastığı yerlere şallar döşenen, geçtiği yollara kumlar serpilen, her nefesine kurbanlar kesilen, tahtları, sarayları inci ve cevâhirle işlenen bir hükümdar, senin yanında n’ola?
Zaman, akıl ermez cilve ve sillelerle onun mülkünü de devletini de yağmalarken, ey gönüllerin tek tâcdârı!…
Gel, bir zamanlar geldiğin gibi, gene gel… Karşımda bütün dehşetinle savrul.
Şiirden es, besteden es, renkten es, kokudan es, sûretten es, sîretten es, hikmetten es, irfandan es, safâdan es, cefâdan es, îmandan es, inkârdan es, zevkten es, vecdden es, sars, savur, yerden yere vur, ey gönül fırtınası!
Baht mısın, tâli’misin? Kâr mısın, zarar mısın? Çile misin, safâ mısın? Nîmet misin, mihnet misin? Av mısın, tuzak mısın? Şirk misin, îman mısın?
Çarp, yık… sür götür, ey gönüller fırtınası!)(*)
(*)Sâmiha AYVERDİ,HANCI