Dinlenebildiğim, huzur bulduğum tek çatı altı, burası!
Burası bir mâbet kadar serin, ılık, huzur verici.
En ateşli zamanlarımda burada serinlerim ben. En şiddetli “kara kışlarımı” gene buranın lâtif ısısı ile donmadan atlattım. Burası öyle bir nîmet ki, tatmayanlar bilmez!
Eşyâlar da insanlar hattâ hayvanlar gibi terbiye olur mu, olur.
İşte, bu ev ve bu evdeki eşyâlar, bu iddiâma en çarpıcı delîl!
Bir insanın iç dengeleri yerli yerine oturmuşsa; bu hâl, o insanın kullandığı gündelik eşyâlara da yansıyor. Güzellikler, çevredeki her şeye serpiliyor ve onlar da bu huzurdan nasîbini bol bol alıyor.
Rabbim! Bizim cansız saydığımız eşyâlar bile, güzelleşmiş insanlardan etkilenir ve onların hâlince hâllenirken, nasıl oluyor da insan saydığımız çoğu kimseden “çıt” bile çıkmıyor?
Şu evsâhibinden etkilenmeyecek insana insan demem ben!
O’nun evindeki perdeler, koltuk ve sandalyeler bile zamanla inkılâba uğramış gibi geliyor bana… Yoksa bu, benim bir yakıştırmamdan mı ibâret?
Hayır, gerçek bu!
Dıştan bakınca, pek çok evde rastlanan, sıradan eşyâlar… ama burada öyle âhenkli, öyle canlı ki her biri… Dede’nin yâhut Itrî’nin gönül dağından kopup gelen ölümsüz bestelerdeki birer nağme kadar uyum içindeler.
Koca Yûnus, boşuna dememiş:
“Dostun evi gönüllerdir,
Gönüller yapmaya geldim!”